Galiba internette sansürlü hayata alışmaya başladığımız tarih 15 Mayıs 2011’den sonrasıdır. Türkiye’nin 30 ili ile aynı anda Taksim’de yapılan ve “İnternetime Dokunma” yürüyüşü olarak organize edilen eyleme on binlerce insan katılmış ve “Tibsiz İnternet”, “BTK Elini İnternetten Çek”, “BTK’nın İpleri Fetullah’ın Elinde”, “Özgürlüğüme, Düşüncelerime, Kitaplarıma, İnternetime Dokunma”, “Sansüre Susma Sen de İsyan Et” gibi sloganların atıldığı yürüyüş, saatlerce sürmüştü. Ve bu belki de Taksim meydanında yapılan son özgür yürüyüş olarak tarihe geçmişti.

Geçtiğimiz günlerde kapatılan Ekşi Sözlük ile ilgili yaptığımız ve içerisinde herhangi bir yorum dahi barındırmayan haberin ardından büyük bir lince maruz kaldık. Tek yaptığımız şey Ekşi Sözlük’ün kapatıldığını duyurmak ve daha da tuhafı kapatılma gerekçesinin açıklanmamış olduğunu yazmaktı. Hangisi ‘‘daha çok’’ haberdi, karar vermek zor. Ekşi’nin kapatılmış olması mı yoksa bu kapatılmanın gerekçesinin sitenin kurucuları dahil kimseye günlerce aktarılmamış olması mı?
Artık Gündemimizde Ekşi Yok. Peki Neden?
Bugün, yeniden ekşi ile bir gelişme var mıdır diye interneti taradım ve gördüm ki artık gündemimizde pek de yok “ekşi”ye sansür getirilmesi.
Sonra kendime bu soruyu sordum: Biz hangi ara beynimizde, kalbimizde sansürü normalleştirdik? Hangi ara aldırdığımız duyularımız arasına Cüneyt Özdemir gibi biz de şaşırma duyusunu da ekledik.
Bu yazıyı yazmak isterken araştırdığım kaynakları sevgili Simge Akkaş, Doğruluk Payı sitesinde derli toplu bir hâlde bir araya getirmiş. Sık sık girip baktığım Engelli Web, Freedom House gibi sitelere kendisi sayesinde birçok ek de yapmış oldum. Burada okuyacaklarınızın çoğu, bu verilerin derlemesidir.
Sanırım sokakta gördüğümüz otuz yaş üstü insanlara Türkiye’de internet sansürü deyince akıllara geleni sorsak ilk söyleyecekleri şey YouTube’un 2007 ve 2008’de kapatılması olacaktır. 2011 yılına kadar neredeyse sürekli olarak kapalı kalan YouTube’un başına gelenler, ülkede insanların sokaklara çıkması ve yasakları protesto etmelerinin yolunu açmıştı.
Fakat YouTube’un sansür yolculuğu, bununla son bulmadı. Mart 2014’te bazı siyasilerin ses kayıtlarının yayımlandığı gerekçesi ile Nisan 2015’te yine benzer siyasi sebepler ile kapatıldı.
Daha yakın geçmişte ise internet sansürü kendini bize Wikipedia ile hatırlattı. Özgür ansiklopedi, dünyada sadece birkaç ülkede özgür değildi. Nisan 2017’de bu ülkeler arasına Türkiye de katıldı ve Wikipedia, tam 2 yıl 8 ay 17 gün boyunca ülkemizde kapalı kaldı.
Ülkemizde en çok ses getiren yasaklardan biri de Twitter sansürü oldu. Sosyal medya devi, gezi olaylarından sonra 2014 ve 2015’te son olarak da Kahramanmaraş depremi sırasında kapatıldı.
Web Siteleri Yüzer Yüzer Kapatıldı
Sosyal ağların dışında ülkemizdeki internet sansürünün bir de çok ses getiremeyen ama devasa boyutlu bir yasak listesi var: Web sitelerinin kapatılması.
Ülkemizde 2006 yılında başlayan web sitelerinin kapatılması süreci, neredeyse her yıl artarak hatta bazı yıllar zıplayacak şekilde tavan yaparak yaşandı.

2006 yılı boyunca sadece 4 web sitesi kapatılırken 2021’de bu rakam, 107 bin 706’ya çıktı. 2016’da 45 bin civarı olan kapatma sayısı, o yıl yaşanan darbe girişiminin ardından ise 2017’de çıkarılan KHK yasaların da desteği ile iki katına çıkmıştı.
Tabloda görüleceği üzere özellikle 2013 yılından sonra rakamlar, hiç 20 bin web sitesinin altına inmedi.
Özgürlük trendlerini takip eden ve kamuoyuyla paylaşan bir platform olan Freedom House’un son verilerine göre ülkemiz, uzunca bir süredir “kısmen özgür” kategorisinde yer alırken 2021’den bu yana artık “özgür olmayan ülkeler” ile aynı ligde duruyor. Bu ligde kendisi ile beraber anılan ülkeler arasında Rusya, Malezya, Libya ve Lübnan gibi ülkeler var.

5651’den Önce 5651’den Sonra
Biz, dijital çağ ile birlikte medeniyet seviyesine bir ilerleme beklerken 2007 yılında topluma “Çocuklarda cinsel istismarın önüne geçmek için” çıkarıldığı algısı ile lanse edilen 5651 sayılı yasa ile artık Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi olmadı. 2011 eylemlerine giden yol da bu şekilde açılmış oldu.
Yasa dışarıdan bakıldığında “Hâlkı yanıltıcı bilgiyi yayma, çocuk istismarı, devletin birliği ve bütünlüğünü bozma, anayasal düzene karşı gelme” gibi hemen hemen herkesin ortak olduğu ve itiraz etmeyeceği konuları kapsıyordu fakat uygulama da pek de öyle olmadı. Kanun’un en büyük sorunu, internet içeriklerine erişimi kısıtlama yetkisi verilen kurum sayısındaydı. Aralarında Türkiye Jokey Kulübü ve Türkiye Futbol Federasyonu’nun da yer aldığı 22 kurum yasak talebinde bulunabiliyordu.
Eciş bücüş bir şekilde çıkan ve sonraki eklemeler ile bırakın düzeltilmeyi daha da güvenilmez bir hâle gelen bir sayı olarak hayatımıza girdi 5651.
BTK, bu yasa ile beraber ülkemizde bugüne dek tam 575 bin web sitesini, 50 bin URL’yi, 8.350 Twitter hesabını kapattı. Bu yasayla beraber ayrıca 55.500 tweet, 13.500 YouTube videosu, 9.500 Facebook içeriği, 9.000 Instagram gönderisine erişim engellendi. Kapatılan web sitelerinin, erişime yasaklanan tüm içeriklerin aralarında elbette yasa dışı bahis, çocuk istismarı içeren, terör destekli siteler de var. Fakat gözden kaçırdığımız nokta, yasanın siyasi bir yanı olduğu. Hukukun siyasi bir baskı altına girmeden işlemesi gereken medeniyet seviyesine ne kadar yakın ne kadar uzak olduğumuz raporlarla ortada duruyor.
Sosyal Ağlardan İstenen Kullanıcı Verisi Sayısında Şaşırtıcı Artış
Özellikle 2013’ten sonra devletin Meta, Twitter, Instagram, YotuTube, TikTok ve Facebook gibi ağlardan kullanıcı verisi isteme ve içerik kaldırma taleplerinin de gözle görülür bir artışı var. Buna göre örneğin 2013’te Meta’dan istenen kullanıcı verisi sayısı 96 ve Meta’nın bu isteği karşılama sayısı 47 iken 2021’de istenen kullanıcı verisi 8.490’a çıkmış ve bu isteğin karşılanma sayısı da 53’te kalmış.

Grafiğin bize anlattığı şey aslında Meta’nın pozisyonunu koruduğu, verilerin aktarımı konusunda çok da istekli olmadığı fakat devletin buna rağmen kullanıcıların verilerini almak konusunda isteğinin sürekli arttığı.

Benzer bir durum Twitter için de söz konusu. Twitter şeffaflık raporuna göre hükûmet, 2014 yılında 51 bilgi ve hesap verisi talep etmiş. Sonraki yıllarda bu talepler binleri aşmış. 2021 yılında toplam sayı 1.800’e ulaşmış. Rekor seviyede istekte bulunulan yıl ise Gezi Olayları’nın ardından gelen 2015 olmuş. Bu yıl hükûmetin içerik kaldırma talebi sayısı 2.071 ile dünya çapında bir rekor olmuş. Twitter raporunda maalesef bu taleplerin ne kadarının karşılandığı yönünde bir veri yok.
Bir Nefes Alma Alanı Olarak İnternet
Bu yaşananları, sanırım sadece hükûmetin sertleşen ve uçlara doğru kayan siyaseti ile açıklamak mümkün değil. Bu sert söylemler veya çıkarılan caydırma amaçlı yasalara rağmen internet kullanıcılarının daha fazla ifade özgürlüğü isteyen söylemlerinin arttığını, internetin dışında kalan tüm alanlarda ifade özgürlüğünün eylemlere, etkinliklere izin verilmeyerek kısıtlanması ile internetin, bir nevi nefes alma alanı olarak konumlandığını pekala söyleyebiliriz.
Artık her yerde karşımıza çıkan meşhur “kaynayan kurbağa” anekdotunu bu aşamada hatırlatmakta fayda var. Anekdotun temel dayanağı olan iddia, kurbağanın kaynayan suya atıldığında dışarı zıplayacağı; fakat soğuk suya konulup yavaşça ısıtıldığında neler olduğunu fark edemeyip yavaşça kaynayarak öleceğidir.
Başa Dönecek Olursak…
Şimdi bunca rakamın ve verinin ardından başa dönüp aynı soruyu sorduğumuzda sanırım biraz daha anlamlı bir soru hâline geliyor: Nasıl oldu da sansürü normal karşılamaya başladık?
Evet, 2007, 2011 ve şimdi 2022 gibi bazı dönemeçler ile her ne kadar sesimiz çıkmış ve itiraz etmiş olsak da görünen o ki son yirmi yılda yaşadıklarımız ile kurbağanın başına gelenler bizim başımıza geldi. Alıştık, alıştırıldık. Bazı sinir uçlarımız operasyonla alınmış gibi alındı. Önceleri bir espri ile başlayan şaşırma yetimizin alınması konusu artık bir gerçek sanırım. 2011’de kaynayan suya atıldık, sıçradık, bu suyu kabul etmedik fakat anlaşılıyor ki sonrasında yavaş yavaş kaynayacak olan bir suya atıldık. Toplumun büyük bir kesiminin internet ve sosyal medya sansürünü normal görmesi daha başka nasıl açıklanabilir ki?
Dijitaliyidir adına da kendimizi hâliyle dijital dünyanın bir bileşeni olarak görüyoruz. Bu sebeple 2022 yılının son çeyreğinde yasalaşması için TBMM’ye getirilen ve muhtemelen de seçim sürecine girildiği için henüz tüm maddeleri meclisten geçmeyen yeni internet yasası, sadece bizim değil herkesin önündeki en büyük sorun olarak karşımıza çıkıyor. Süreci ilk gününden itibaren takip ediyor ve gerekli duyarlılığı gösteriyoruz. Fakat bizim duyarlılığımız yetmiyor, internetten faydalanan herkesin bu duyarlılığa sahip olması gerekiyor.
Bu yazının başından bu yana yazdığım toplamda tüm rakamların bize anlattığı tek şey dijitalin iyi olarak kalabilmesi için özgür olması gerektiğidir. Sansürlenen ve özgürlüğü kısıtlanan hiçbir şey iyi olarak kalmaz.