Yeni bir uluslararası genetik araştırma, kadınların depresyona karşı daha yüksek bir genetik risk taşıdığını ortaya koyuyor. Çalışma, kadınlara özgü genetik değişkenlerin depresyon olasılığını artırabileceğini ve erkeklerle farklı biyolojik yolların rol oynayabileceğini öne sürüyor.
Detaylar haberimizde…
Depresyon, dünya çapında en yaygın ruh sağlığı bozukluklarından biridir ve uzun yıllardır cinsiyete bağlı farklılıklar dikkat çekmiştir: kadınların yaşam boyunca depresyon geçirme ihtimali erkeklerden daha yüksek olarak rapor edilmektedir. Ancak bu farkın altında yatan nedenler birçok araştırmacıya göre sosyal, çevresel, psikolojik ve biyolojik etmenlerin bir karışımıdır. Yeni yayımlanan geniş çaplı genetik çalışma ise, biyolojik/genetik boyutun bu farkta daha önemli bir rol oynayabileceğini gösteriyor.
Çalışmanın Temeli: Yöntem, Katılımcılar ve Analiz
Araştırma, Avustralya’daki QIMR Berghofer Tıp Araştırma Enstitüsü liderliğinde gerçekleştirildi ve Nature Communications dergisinde yayımlandı.
- Çalışmada beş uluslararası kohort karşılaştırıldı: Avustralya, Hollanda, ABD ve Birleşik Krallık’tan veriler kullanıldı.
- Depresyon tanısı konmuş kişiler ve tanısı olmayanlarla karşılaştırmalı analizler yapıldı. Kadınlar arasında 130.471 vaka, erkeklerde 64.805 vaka yer aldı. Karşılaştırma grubu için 159.521 kadın ve 132.185 erkek araştırmaya dahil edildi.
- Araştırmacılar, genom çapında ilişkilendirme analizleri (GWAS = genome-wide association studies) aracılığıyla, depresyonla bağlantılı genetik varyantları kadın ve erkekler açısından ayrı ayrı incelediler.
Çalışmanın amacı, cinsiyetler arasında genetik risk bölgelerinin örtüşmesini ve farklılıklarını belirlemektir.

Ana Bulgular: Kadınlarda Daha Fazla Genetik Risk Bölgesi
Çalışmanın öne çıkan bulguları şu şekilde:
- Kadınlarda 16 genetik varyant depresyon ile ilişkilendirilirken, erkeklerde yalnızca 8 varyant bulundu.
- Bu bulgu, kadınların depresyona karşı “daha fazla genetik yük” taşıyor olabileceğini düşündürüyor.
- Ancak bu varyantların bir kısmı her iki cinsiyette de çalışırken, bazıları sadece kadınlara özgü olabilir. Araştırma ekibi, kadınların özgün genetik risk bölgelerinin varlığını vurguluyor.
- İlginç olarak, kadınlarda depresyon genetik risk ile metabolik özellikler (örneğin vücut kitle indeksi, metabolik sendrom) arasındaki korelasyon erkeklerden daha güçlü bulundu.
- Bu durum, bazı belirtiler (enerji düşüklüğü, kilo değişimleri gibi) ile metabolik sistemler arasındaki bağın kadınlarda genetik düzeyde daha belirgin olabileceğini işaret ediyor.
Yorumlar ve Uzman Görüşleri
Yazarlar ve dış uzmanlar, bu bulguların taşıdığı anlamlara dair yorumlarda bulunuyor:
- Dr. Brittany Mitchell (QIMR Berghofer) kadınların yaşam boyu depresyon geçirme olasılığının erkeklere göre yaklaşık iki kat daha yüksek olduğunu hatırlatıyor.
- Ekip, depresyon ile ilişkili risklerin tamamen genetik olmadığını; çevresel, sosyal ve biyolojik etkenlerin birlikte rol oynadığını vurguluyor.
- Prof. Philip Mitchell (Sydney Üniversitesi, çalışmaya dahil olmayan) ise, uzun süredir süregelen tartışmalardan hareketle, bu genetik farkların kadın/erkek arasındaki genel depresyon oranları farkını biyoloji açısından açıklamada önemli bir ipucu olabileceğini belirtiyor.
- Ayrıca, bu bulguların gelecekte kadın ve erkekler için ayrı farmakolojik tedaviler geliştirme potansiyeline kapı aralayabileceği ifade ediliyor.
Çalışmanın Kısıtları ve Dikkat Edilmesi Gereken Noktalar
Her araştırmada olduğu gibi bu çalışmanın da sınırlamaları bulunuyor:
Avrupalı Nüfuslarla Sınırlı Veri: Araştırma yalnızca Avrupa kökenli bireylerin verileriyle yapılmış; bu nedenle farklı etnik kökenlerde sonuçların geçerliliği belirsizdir.
Kadın – Erkek Vaka Sayısı Farkı: Kadınlarda daha fazla vaka bulunması, elde edilen varyant sayısı farkında rol oynamış olabilir. Araştırma ekibi bu etkiyi kontrol etmek için ilave analizler yapmıştır.
Çevresel ve Sosyal Etmenlerin Dışlanması İmkânı Yok: Genetik risk yalnızca bir bileşendir; psikososyal stres, travma, sosyal destek, hormon düzeyleri gibi birçok faktör rol oynamaktadır.
Fonksiyonel Biyoloji Henüz Net Değil: Bu genetik varyantların tam olarak nasıl çalıştığı, hangi biyolojik yolları etkilediği hâlâ net değil; ileri işlevsel çalışmalar gereklidir.
Klinik Uygulamaya Geçiş Süreci: Bu bilgileri doğrudan tanı veya tedaviye çevirmek zaman alacaktır; genetik riskin bireysel tahmine katkısı sınırlı olabilir.

Olası Etkiler ve Geleceğe Bakış
Bu çalışma, psikiyatri/genetik alanında bazı potansiyel etkiler taşıyor:
Cinsiyete Özel Tedaviler: Eğer kadınlara özgü genetik yollar belirlenebilirse, depresyon tedavisinde kadın ve erkek için farklı ilaç stratejileri geliştirilebilir.
Risk Belirleme Araçlarının İyileştirilmesi: Genetik profillere dayalı risk analizleri, kadınlarda depresyon riskini erken dönemde saptamakta daha iyi performans gösterebilir.
Kesitsel Çalışmalardan İleri Yönlü Çalışmalara Geçiş: Bu genetik bölgelerin etkilerini yıllar içinde izleyen uzun süreli çalışmalarla neden-sonuç ilişkileri daha net kurulabilir.
Etnik Çeşitliliğin Genişletilmesi: Avrupa dışı popülasyonlarda benzer çalışmalar yapılmalı; genetik farklılıklar ve çevresel etkileşimler incelenmeli.
Toplumsal ve Klinik Farkındalık: Bu genetik farklılıklar, depresyonun sadece “zayıflık” ya da “kişisel kusur” olmadığını, biyolojik temelleri de bulunduğunu vurgulayarak toplumsal damgalamayla mücadelede rol oynayabilir.
Derleyen: Merve Tuncel







