Dünyadaki okyanusların korunması amacıyla 10 yıl süren müzakereler sonucunda tarihî bir anlaşmaya varıldı. Açık Denizler Anlaşması ile deniz doğasını korumak ve iyileştirmek için 2030 yılına kadar denizlerin %30’unun koruma altına alınmasını hedefleniyor.
New York’taki Birleşmiş Milletler Genel Merkezinde 38 saat süren görüşmelerin ardından 4 Mart akşamı anlaşmaya varıldı. Müzakereler finansman ve balıkçılık hakları konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle yıllardır sürüncemede kalmıştı.
Okyanusların korunmasına ilişkin son uluslararası anlaşma 40 yıl önce 1982 yılında imzalanan Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesiydi.
Söz konusu anlaşma açık denizler olarak adlandırılan ve tüm ülkelerin balıkçılık, gemicilik ve araştırma yapma hakkına sahip olduğu uluslararası sulardan oluşan bir alandan bahsetmekteydi ancak bu suların sadece %1.2’si koruma altındaydı. Koruma alanlarının dışındaki deniz yaşamı iklim değişikliği, aşırı avlanma ve gemi trafiği nedeniyle risk altındaydı.
Yeni anlaşmayla oluşturulan koruma alanları, ne kadar balıkçılık yapılabileceğine, gemi yollarının güzergâhlarına ve derin deniz madenciliği gibi yüzeyin 200 metre veya daha altındaki deniz yatağından minerallerin çıkarıldığı arama faaliyetlerine sınırlamalar getirecek.
Çevreci gruplar madencilik süreçlerinin hayvanların üreme alanlarını bozabileceği, gürültü kirliliği yaratabileceği ve deniz yaşamı için zehirli olabileceği endişesinde.
Deniz yatağı ruhsatlandırmasını denetleyen Uluslararası Deniz Yatağı Otoritesi yaptığı açıklamada, “Derin deniz yatağında gelecekte yapılacak her türlü faaliyetin, sürdürülebilir ve sorumlu bir şekilde yürütülmesini sağlamak için sıkı çevresel düzenlemelere ve denetime tabi olacağını” söyledi.
Uluslararası Okyanus Birliği (IUCN) Okyanus Ekibi Direktörü Minna Epps, asıl sorunun deniz genetik kaynaklarının paylaşımı konusunda yaşandığını ifade etti.
Deniz genetik kaynakları, okyanustaki bitki ve hayvanlardan elde edilen ve ilaç, endüstriyel süreçler ve gıda gibi toplum için faydaları olabilecek biyolojik materyallerdir.
Daha zengin ülkeler şu anda derin okyanusları keşfetmek için gerekli kaynaklara ve finansmana sahipken daha yoksul ülkeler buldukları faydaların eşit olarak paylaşılmasını talep ediyor.
Stockholm Üniversitesinde okyanus araştırmacısı olan Dr. Robert Blasiak, okyanus kaynaklarının ne kadar değerli olduğunu ve dolayısıyla nasıl paylaşılabileceğini kimsenin bilmediğini dile getirdi.
Blasiak ”Büyük, yüksek çözünürlüklü, geniş ekran bir televizyon hayal edin ve bu dev ekrandaki piksellerden sadece üç ya da dördünün çalıştığını düşünün işte bu bizim derin okyanus hakkındaki bilgimiz sadece bu kadar. Okyanusta yaklaşık 230.000 tür kaydettik, ancak iki milyondan fazla tür olduğu tahmin ediliyor.” şeklinde değerlendirmede bulundu.
Greenpeace Kuzey Okyanusları adına kampanya yürüten Laura Meller ise ülkeleri farklılıkları bir kenara bırakarak okyanusları korumasını, iklim değişikliğine karşı direnci arttırmamızı ve milyarlarca insanın yaşam ve geçim kaynaklarını güvence altına almasını sağlayacak bir anlaşmaya imza atıldığı için övgü dolu sözler sarf etti. “Bu, koruma için tarihî bir gün ve bölünmüş bir dünyada doğayı ve insanları korumanın jeopolitiğe galip gelebileceğinin bir işareti.” dedi. Ancak anlaşmanın resmen kabul edilmesi için ülkelerin tekrar bir araya gelmesi gerekiyor ve ardından anlaşmanın uygulanabilmesi için yerine getirilmesi gereken birçok husus var.
Pews Trust Okyanus Yönetim Ekibi Direktörü Liz Karan “Anlaşmanın yürürlüğe girmesi biraz zaman alacak. Yürürlüğe girmesi için ülkelerin bunu onaylaması, yasal olarak kabul etmesi gerekiyor. Ardından Bilim ve Teknik Komitesi gibi pek çok kurumsal organın kurulması gerekiyor.” ifadelerini kullandı.
Derleyen: Enver Çakır