Yeni bir çalışma, melankolik şarkılar dinleme isteğinin sebebinin bizi üzmesi değil, bizi dünyaya veya insanlara bağlı hissettirmesi olduğunu öne sürüyor.
Bu bir müzik paradoksu: Genellikle gerçek hayatta üzülmeyi sevmeyiz, ancak bizi böyle hissettiren sanattan keyif alırız. Aristoteles’ten bu yana sayısız bilim adamı bunu anlamlandırmaya çalıştı. Yale Üniversitesinde deneysel bir felsefeci ve psikolog olan Dr. Joshua Knobe, Journal of Aesthetic Education’da yayımlanan yeni bir çalışmada melankolik müzik paradoksunu çözümlemeye yönelik sorulara cevap aradı.
Dr. Knobe’un araştırmaları, yıllar boyunca insanların genellikle biri soyut biri somut olmak üzere aynı şeyin iki kavramını oluşturduklarını buldu. Örneğin, bir fırça ile ustalaşmış olmak gibi somut bir özellik setine sahip olanlar teknik olarak sanatçı kabul edilebilir. Ancak belirli soyut değerleri sergilemezlerse gerçek bir sanatçı olarak kabul görmezler. Dr. Knobe ve bilişsel bilimci eski öğrencisi Tara Venkatesan, üzücü şarkıların da benzer bir doğaya sahip olabileceğini düşündü.
Yıllar boyu yapılan araştırmalar, müziğe duygusal yanıtımızın çok boyutlu olduğunu buldu; güzel bir şarkı dinlediğinizde sadece mutlu değilsiniz veya üzücü bir şarkı dinlediğinizde sadece üzgün değilsiniz. 2016 yılında 363 dinleyicinin katıldığı bir araştırmada, üzücü şarkılara duygusal tepkilerin yaklaşık üç kategoriye ayrıldığı bulundu: öfke, korku ve umutsuzluk gibi güçlü olumsuz hisler içeren yas; hafif bir üzüntü ve tatlı keder. Birçok katılımcı üçünün karışımını tarif etti.
Duyguların katmanları ve dilin belirsizliği göz önüne alındığında melankolik müziğin paradoks olarak karşımıza çıkması pek de şaşırtıcı değil. Bazı psikologlar, müziğin belirli yönlerinin – mod, tempo, ritim, timbre – dinleyicilerin hissettiği duygularla ilişkili olduğunu incelediler. Çalışmalar, belirli şarkı formlarının neredeyse evrensel işlevler sunduğunu buldu.
Dr. Knobe: “Yalnız hissediyorsun, izole hissediyorsun. Sonra bazı müzikler dinliyorsun ya da bir kitap alıyorsun ve artık o kadar da yalnız olmadığını hissediyorsun.” Bu hipotezi test etmek için, Dr. Venkatesan ve Rotman School of Management’dan bir psikolog olan George Newman ile birlikte iki bölümlük bir deney yaptı. Katılımcılara yedi puanlık bir ölçekte şarkıların “müziğin ne hakkında olduğunu” belirtmeleri istendi. Hedef, genel olarak duygusal ifadenin müzikte ne kadar önemli olduğunu sezgisel olarak belirlemekti.
Katılımcılar, duygusal olarak derin ama teknik olarak kusurlu şarkıların müziğin özünü en iyi yansıttığını bildirdi. Bu sonuca göre duygusal ifade, teknik yeterlilikten daha belirgin bir değerdi. Araştırmaya öncülük eden Loyola Üniversitesi Chicago’dan bir filozof olan Mario Attie-Picker, sonuçları ikna edici buldu. Verileri değerlendirdikten sonra, sonuçlar için oldukça basit bir fikir önerdi: Belki de müziği bir duygusal tepki için değil, diğerleriyle bağlantı kurmak için dinliyoruz.
Bu fikir üzücü müzik paradoksu için uygulandığında melankolik müzik dinleme isteğinin dış dünyayla ve insanlarla bağ kurmak olduğu kanısına varıldı. Çalışmanın takipçileri ve Dr. Knobe da bu fikre tereddütsüz katılıyor. Ancak üzücü müzik katmanlıdır ve bu açıklama, daha fazla soruya neden oluyor. Kiminle bağlantı kuruyoruz? Sanatçı mı? Geçmiş kendimiz mi? Hayali bir kişi mi? Ve üzücü müzik nasıl “her şey hakkında” olabilir?
Derleyen: Görkem Süner