- Bilim insanları, bazı insanların içsel bir sese (içsel monolog) sahip olmadığını keşfettiler ve bu duruma “anendofazi” adını verdiler.
- Araştırmalar, içsel sesi olan kişilerin dil görevlerinde daha başarılı olduğunu gösteriyor ancak sesli konuşmanın bu farkı ortadan kaldırabileceği de bulundu.
- İçsel sesin, bazı bilişsel süreçlerde önemli bir rol oynayabileceği ve daha fazla araştırma gerektirdiği belirtiliyor.
Bilim insanları, son yıllarda herkesin içsel bir sese sahip olmadığını keşfettiler. Yeni bir çalışma, içsel monolog olmadan yaşamanın beynin dili nasıl işlediğini ve nasıl etkilediğine dair bazı bilgiler sunuyor.
Danimarka’daki Kopenhag Üniversitesi ve ABD’deki Wisconsin Madison Üniversitesinden araştırmacıların gerçekleştirdiği bu çalışma, içsel sese sahip olmama durumuna “anendofazi” ismini verdi. Bu, içsel bir sesi olmayan ve müzikal bir melodi ya da siren gibi sesleri hayal edemeyen insanlar için araştırmacıların 2021’de kullandığı anaurali terimine benzer bir durum.
Bu araştırmada içsel seslere odaklanan ekip, yarısı düşük seviyede içsel konuşma sahibi olduğunu söyleyen ve diğer yarısı çok konuşkan bir içsel monolog yaşadığını bildiren 93 gönüllü ile çalıştı. Bu katılımcılar, kelimelerin bir dizideki sırasını hatırlamaları ve kafiye yapan kelimeleri eşleştirmeleri gereken bir dizi görevi denediler.
Kopenhag Üniversitesinden dil bilimci Johanne Nedergård, “Bu, herkes için zor bir görev ancak hipotezimiz, bir içsel sesiniz yoksa bu görevin daha da zor olabileceğiydi çünkü kelimeleri hatırlamak için kafanızda kendinize tekrar etmeniz gerekiyor ve bu hipotez doğru çıktı.” ifadelerinde bulundu.
Günlük yaşamda içsel sesler duyan gönüllüler, bu görevlerde içsel monologları olmayanlara göre önemli ölçüde daha iyi performans gösterdi. İçsel konuşmacılar, daha fazla kelimeyi doğru hatırladı ve kafiye yapan kelimeleri daha hızlı eşleştirdi. Araştırmacılar, bunun içsel seslerin insanların kelimeleri işlemesine yardımcı olduğunun bir kanıtı olabileceğini düşünüyor.
İlginç bir şekilde, gönüllüler kendilerine verilen problemleri çözmeye çalışırken yüksek sesle konuştuğunda performans farkları ortadan kalktı. Bu durumlarda işitsel bir ses kullanmanın, içsel bir ses kullanmak kadar etkili olabileceği düşünülüyor. İki başka görevde, çoklu görev yapma ve farklı resim şekillerini ayırt etme konularında ise performans farkı yoktu. Araştırmacılar bunun içsel konuşmanın davranışı nasıl etkilediğinin, ne yaptığımıza bağlı olduğunun bir işareti olduğunu düşünüyor.
Nedergård, “Belki de içsel sesi olmayan insanlar, sadece başka stratejiler kullanmayı öğrenmişlerdir.” diyor. “Örneğin, bazıları bir tür görevi gerçekleştirirken işaret parmaklarıyla diğer tür bir görevi gerçekleştirirken orta parmaklarıyla vurduklarını söyledi.” diyerek ekliyor.
Araştırmacılar, buldukları farkların günlük konuşmalarda ayırt edilecek gecikmelere neden olmayacağını vurgulamak istiyor. Anendofazinin bir kişiyi nasıl etkileyebileceğini anlamanın çok erken aşamalarında olduklarını belirtiyorlar.
Auckland Üniversitesindeki araştırmalardan elde edilen ilk bulgular, sessiz bir zihne sahip olan kişilerin, tipik işitsel imgelemi deneyimleyenler gibi sözel bilgileri hatırladıklarını öne sürüyor.
Ekibin daha fazla araştırmaya değer bulduğu bir alan, düşünce kalıplarını değiştirmeye çalışan bilişsel davranışçı terapi gibi konuşma terapisi uygulamaları. Belki de içsel bir sese sahip olmak, bazı insanların bunu başarmasını diğerlerinden daha kolay hale getiriyor.
Nedergård, “Gruplar arasında fark yaptığımız deneyler, ses ve kelimeleri kendileri için duyabilme ile ilgiliydi. İçsel sesleri deneyimlemedikleri için mi yoksa çoğu insan gibi dilsel bir formatta düşünmedikleri için mi olduğunu incelemek istiyorum.” diyor.
Derleyen: Eliz Canyurt
Kaynak: https://www.sciencealert.com/we-used-to-think-everybody-heard-a-voice-inside-their-heads-but-we-were-wrong