- Her ne kadar suçunu kabul ederek davayı sonlandırmış olsa da Julian Assange doğruları söylediği için dokuz köyden kovulan adam olarak dünya tarihine geçti. Doğruları Söyleme Günü’nde adı anılmaya en değer insanlardan biri de o değil mi?
ABD’nin Irak ve Afganistan’daki savaşlarıyla ilgili gizli belgelerin kamuya açıklanmasındaki rolü nedeniyle bir casusluk suçunu kabul etmesini sağlayan savcılar kağıt üstünde bir başarı elde etmiş gibi görünebilir. Aslında Assange bu macerayı sonlandırmak için kendisine sunulan en mantıklı seçimi yapmışa benziyor. Terazinin bir kefesine özgürlüğün bedeli olarak “ben casusum”u bir kefesine ise bugüne kadar yaşadıkları ve yaşattıkları ile “cesaret”i koydu. Hangisinin dünya tarihinde kalıcı olacağına bizim karar vermemizi istedi.
Kendi adıma Assange’ın özgür kalmasının, yıllarca süren hukuki çile ve sürgününün ardından 1901 güren esaretinin kefede çok daha ağır bastığını söyleyebilirim. Hatta bu ağırlık o kadar fazla ki Assange’ı bir kahraman değil de casus olarak andırmak isteyen ABD’nin bunu sadece bir kaç günlük gazete haberlerinde görmekten öte geçemeyeceğini düşünüyorum.
Assange’ın başına gelenleri uzun uzun anlatmayacağım. Sadece bir kısa özet geçmekte fayda var ki Doğruyu Söyleme Günü’nde neden başkasını değil de onu konu ettiğim biraz daha anlaşılsın.
Assange aleyhindeki dava, 2009 ve 2011 yılları arasında WikiLeaks tarafından 750.000’den fazla çalıntı ABD belgesinin yayınlanması etrafında şekilleniyor. Dava, uluslararası alanda basın özgürlükleri üzerindeki açık etkileri nedeniyle büyük ilgi çekti. ABD’deki Gazetecileri Koruma Komitesi gibi kuruluşlar her ne kadar ülkenin en yüksek mahkemesi gazetecilerin bunu yapma hakkını uzun süredir tanımış olsa da, yıllardır bu davanın gazetecilerin gizli bilgileri elde etme ve yayınlama kabiliyetlerini ciddi şekilde tehlikeye atabileceği konusunda uyarıda bulundu.
Bu belgeler ile Assange hangi doğruları söylemişti bir hatırlayalım:
Julian Assange önderliğindeki WikiLeaks organizasyonu, ABD Dışişleri Bakanlığı ve dünya genelindeki ABD büyükelçilikleri arasındaki ayrıntılı yazışmalardan oluşan 251.287 gizli belgenin bir önbelleğini elde etti ve belgeleri yayınladı. Belgeleri beş büyük gazetenin (El País, Le Monde, Der Spiegel, The Guardian ile The New York Times) desteği altında dağıttı ve ilk 220 diplomatik belge 28 Kasım 2010 tarihinde yayımlandı. 28 Kasım tarihinde gizli güçler tarafından saldırıya uğrayan WikiLeaks sunucuları ir süre devre dışı kalsa da 2011 yılına kadar parça parça belgeler yayımlanmaya devam edildi. Bu bügelerin çoğu ABD ile Orta Doğu ülkeleri arasındaki yazışmalardan oluşuyordu. Bizim için en dikkat çekici olanı ise en çok yazışmanın ABD’nin Ankara Büyükelçiliği ile yapılmış olmasıydı.
ABD’li savcılar başlangıçta Assange’ı, WikiLeaks’e Irak ve Afganistan savaşlarıyla ilgili gizli belgeleri sağlayan Chelsea Manning ile birlikte hükümet bilgisayarlarına izinsiz erişim sağlamak için komplo kurduğu iddiasıyla Bilgisayar Sahtekarlığı ve Suistimal Yasası kapsamında tek bir suçlamayla suçladı. Savcılar daha sonra, özgür basına yönelik bir saldırı olarak geniş çapta kınanan Casusluk Yasası kapsamında 17 suçlama daha eklediler.
İşte aslında burada ipler koptu. Assange’ın insanların gözünde bir kahraman olmasının altında bu suçlamalar yatıyordu. Çünkü bir hacker olarak suçlanırsanız bir hırsız olarak suçlanmış olursunuz fakat bir casus olarak suçlanırsanız çaldığınız iddia edilen şeyin değeri eğer ABD gibi dünyanın jandarmalığına soyunmuş bir ülkedeyseniz değerlenir ve insanlar size ilgi duymaya başlar.

Yıllar boyu köyden köye kovulan Assange sonunda yedi yıllık sığınmanın ardından 2019 yılında Londra’daki Ekvador büyükelçiliğinden zorla çıkarıldı. Assange, Covid-19 salgını süresince defalarca ertelenen iade duruşmalarının sonucunu beklemek üzere Londra’daki Belmarsh cezaevinde tutuluyordu. Avukatları, kötüleşen ruh sağlığı nedeniyle ABD’ye iadesinin intihar olasılığını artıracağını savundu ve buna karşı çıktı.
ABD’li savcılar, uzun süredir birlikte olduğu Stella Moris ile 2022 yılında hapisteyken evlenen ödüllü gazetecinin iadesi için İngiliz mahkemelerine bir dizi yazılı güvence sunarak temyizde izin aldılar. Diğer tavizlerin yanı sıra ABD, Assange’ı, ulusal güvenlik kaygılarını gerekçe göstererek bazı sanıkların telefon görüşmelerini dinleme uygulamasına atıfta bulunan bir terim olan “özel yönetim tedbirlerine” tabi tutmayacağına söz verdi.
Nihayetinde 9-10 Temmuz duruşmalarına gerek kalmadan Assange ile anlaşmaya varıldı ve ülkesi Avustralya’ya dönmesine izin verildi. Assange artık özgürdü. Kabul ettiği üzere artık o bir casustu evet ama özgürdü.
24 saatliğine ilan edilen “Doğruları Söyleme Günü”nde doğruları söylediği için hayatının büyük bir bölümünü sürgün, ev hapsi ve hapislerde geçiren ve son ana kadar geri adım atmayan Assange elbette bugün ilk akla gelen isimlerden biri olmalı. Assange beş yılı aşkın bir süre İngiltere’nin sert, maksimum güvenlikli Belmarsh Hapishanesi’nde olmak üzere 14 yıllık bir hukuki çile çekti.

En yakın müttefiklerinden birinin vatandaşınını, bilgi yayımladığı için yargılayan fakat aynı şeyi yapan otoriter devletleri kendini yerlerden yerlere atarak kınayan ABD ise iki yüzlülük gününün kahramanı ilan edilmeli.
Assange için yıllardır başta ABD ve Avustralya’da sürdürülen kampanyalar ve büyük desteğe rağmen ABD’nin geri adım atmadığı, özellikle ABD yanlısı muhafazakar hükumetlerin basın özgürlüğü konusundaki tutumları endişe verici.
Bu yazıyı Assange’ın hapishanede iken evlendiği eşi Moris Assange’ın şu değerli sözleri ile noktalayalım: Bu, aslında Amerika Birleşik Devletleri hükümetinin gerçeklerin, doğruların yayınlanmasından ne kadar rahatsız olduğunu ortaya koydu, çünkü gerçek şu ki bu dava gazeteciliğe bir saldırıdır, halkın bilme hakkına bir saldırıdır.