Disney’in son dönem çalışmalarında oldukça üstüne düştüğü live-action uyarlamalarda yapımların animasyon versiyonlarına büyük ölçüde sadık kalmasıyla dikkat çekiyor. Küçük Deniz Kızı filmi, şirketin modern izleyiciye ulaşmak için klasik hikâyeye çağdaş bir yorum getirdiğini de gösteriyor.
Filmin yönetmenliğinde Mary Poppings Returns, Into the Woods, Memoirs of a Geisha ve Pirates of Caribbean: On Stranger Tides ile adından oldukça bahsettiren Rob Marshall yer alıyor. Diğer filmlerinin aksine, Küçük Deniz Kızı için güncellediği animasyon klasiğine olan sevgisini ve saygısını, tamamen değiştirerek ortaya koymak yerine animasyona sadık kalarak filmin kapsamını genişlettiğini vurguluyor.
Küçük Deniz Kızı Disney’in 1989 yapımı filminin temposuna o kadar yakın ki, uzun süredir hayranları düşünülerek hazırlandığını inkâr edilemez çünkü tam da bu kitlenin izlerken çok seveceği ve üstüne konuşacağı çok fazla detay var. Hans Christian Andersen’in 1837 tarihli masalından uyarlanan Küçük Deniz Kızı, Atlantika’nın hükümdarı Kral Triton’un (Javier Bardem) en genç, en meraklı ve en küçük kızı olan Ariel’in (Halle Bailey) bilindik hikayesini anlatıyor.
Ariel, tıpkı 2D animasyonunda olduğu gibi, insanlara ve yaşadıkları dünyaya duyduğu hayranlık yüzünden, prenseslik görevlerini daha ciddiye almasını isteyen ailesiyle sürekli anlaşmazlığa düşen maceracı bir asi genç kız.
Filmin başlangıcında 1989 versiyonundan bağımsız olarak, Ariel’in annesinin ölümüyle alakalı Triton’un insanlara karşı duyduğu korku ve güvensizliğin temeli olarak Ariel’in geçmişindeki trajedi, şimdiki zamanındaki ışığını karartmıyor. Ancak Ariel ve Triton’un insanlık hakkındaki ideolojik farklılıkları, insanlardan da deniz cadısı ve Triton’un kız kardeşi Ursula’dan (Melissa McCarthy) deniz insanlarının kaçtıkları gibi kaçma kararlarına kattığı ciddiyet nedeniyle Küçük Denizkızı’nın en dikkate değer güncellemelerinden biri.
Aquaman, Wakanda Forever ve Avatar: The Way of Water gibi büyük bütçeli filmleri izledikten sonra Küçük Deniz Kızı’nı izlemek ilginç bir deneyim. Çünkü su altında olan bir dünyaları var. Bu tür filmler ne kadar farklı olsalar da her biri su altı dünyaları yaratma ortak hedefi doğrultusunda ortaya çıktılar.
Filmde ışık, su ve rüzgâr gibi unsurların birbirleriyle ve çeşitli bağlamlarda karakterlerin tenleri ve saçları gibi şeylerle nasıl etkileşime girdiğinin ince ayrıntılarını yakalamak için ne kadar çok efor gerektirdiği izlerken belli oluyor. Kurgusal bir dünyanın görünürde küçük ama aslında çok önemli olan tüm bu bileşenleri birbirlerini desteklemek için uyum içinde çalıştıklarında, gerçekte ne kadar ‘’imkânsız’’ olurlarsa olsunlar, her detay izleyiciye “gerçek” gibi hissettirebilir.
Küçük Deniz Kızı’nın yaratıcı ekibinin bu konsepti belli bir ölçüde anladığı, Ariel’in su altındaki müzikal numaralarından da anlaşılıyor. 2D çizgi filmi anımsatan eğlenceli bir zarafetle, bol kırmızı buklelerini canlandırmak için harcanan saatleri açıkça görebiliyorsunuz.
Filmin ilk yarısında, Ursula ile kader anlaşmasını yapmadan önce denizin altında, Bailey’nin Ariel olarak ne kadar çalışılmış bir performans sergilediğini en güçlü şekilde hissediyorsunuz. 2D çizgi film Ariel’inden kesinlikle biraz daha keskin, daha proaktif ve kendini savunmaya daha hazır olsa da şarkı söylerken ve konuşurken ses tonunda Disney Prenses’i ses tınısını da duymanız muhtemel.
Örnek 3-Fotoğraf
Ancak Küçük Deniz Kızı’nın şarkılarının filmi yönlendirmek yerine birdenbire ortaya çıkması da filmi gerçek bir müzikal olarak görmeyi zorlaştırıyor ki bu da bazı sinemaseverleri hayal kırıklığına uğratacak.
Disney’in diğer canlı aksiyonlarına kıyasla Küçük Deniz Kızı’nın sıralamada nereye düştüğü kişisel bir zevk meselesi.
Derleyen: Dilara Melisa Yaman