Eötvös Loránd Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, zaman algısının yaşla birlikte değişip değişmediğini, değişiyorsa nasıl ve neden farklı algıladığımızı araştırdı.
Araştırmacılar, bilişsel gelişim sırasını incelerken olayların süre tahminlerimizi nasıl etkilediğini sordular. 4-5, 9-10 ve 18 yaş ve üzeri olmak üzere üç yaş grubunu ayırıp 1’er dakikalık iki video izlettirdiler. Videolardan biri hızlı bir şekilde birbirini izleyen olaylardan oluşuyordu, diğeri ise monoton ve tekrar eden bir sekanstan oluşuyordu.
İki video izlendikten sonra araştırmacılar sadece şu iki soruyu sordu: “Hangisi süre olarak daha uzundu?” ve “Süreleri kollarınızla gösterebilir misiniz?”
Sonuçlar, her yaş grubunda güçlü bir sapma olduğunu, ancak anaokulu öncesi çocuklar için şaşırtıcı bir şekilde ters yönde bir sapma olduğunu gösterdi.
Anaokulu öncesi öğrencilerinin 2/3’sinden fazlası olaylı videoyu daha uzun algılarken yetişkin grubun 3/4’ü olaysız video için aynı şeyi hissetti. Orta grup, yetişkinlere benzer bir süre ifade etti. Orta grubun (9-10 yaş grubu) dahil edilmesiyle, dönüm noktasının 7 yaş civarında olduğu tahmin edilebilir.
Biyolojik zaman algısı modelleri iki kategoriye ayrılmakta: Birincisi, beyindeki kalp pili benzeri nöronlar, ikincisi de zamanla azalan bir atış hızı gösteren nöronlar. Ancak beyindeki bu sinyalleri “kimin” yorumladığı belirsizliğini koruyor.
Her iki model sınıfı yaşa bağlı sürekli bir iyileşme olduğunu varsayar. Ancak araştırmacıların bulduğu bu değil, en genç ve en yaşlı iki grup arasında algılanan süre oranlarının 7 yaşında bir dönüm noktası ile bir değişim yaşaması.
Araştırmacılar, bilişsel bilimde Amos Tversky ve Daniel Kahneman tarafından tanıtılan buluşsal yöntem kavramına başvurdular. Bilim insanları, sezgileri, kişinin hızlı kararlar almasını sağlayan zihinsel kısayollar olarak tanımlıyorlar. Süreleri karşılaştırmak için buluşsal yöntemlere neden ihtiyaç duyduğumuzu anlamak için başka nelere güvenebileceğimize bakalım. Beynin ne güvenilir bir merkezi saati ne de sürelerin doğrudan duyusal haritalaması olmadığı için, mesafeler veya perdenin aksine, bir vekil kullanmalıyız.
Neden 7 yaşında başka bir sisteme geçiyoruz? Araştırmacılar bunun cevabının başka bir sezgisel yöntem sınıfına, yani örnekleme sezgisel yöntemine geçiş olduğunu savunuyor. Çocuklar yaklaşık 6 ila 10 yaşlarında “mutlak zaman” kavramını öğrenirler. Hepimiz randevu alırken, görevlerimizi düzenlerken ve zaman çizelgelerini takip ederken mutlak ve evrensel zaman kavramına güveniriz.
Tüm bu eylemler, gözlemciden bağımsız ve Newton’un klasik mekaniğiyle tamamen tutarlı olan evrensel zaman kavramını güçlendirir. Zamanı, birbirine bağladığı olaylardan bağımsız fiziksel bir varlık olarak düşünmeye başlarız ve gözlemciler olarak zamana ilişkin öznel deneyimlerimizin değişebileceğinin ya da yanılsamalara konu olabileceğinin farkına varırız. Öznelliği ortadan kaldırmak için yapabileceğimiz en iyi şey zamanın akışını kontrol etmek.
Zamanın akışını sık sık örnekleyerek kontrol edebiliriz. Saatlere bakarak ya da sadece pencereden dışarı bakıp trafik akışını izleyerek. Ne kadar sık kontrol edersek o kadar güvenilir bir tahmin elde ederiz. Ancak beynimiz her zaman zamanı takip etmeye müsait değil. Dikkatimiz başka bir görevle meşgul olduğunda, mutlak zamanın bu örneklemesi döngüleri atlayabilir. Buna karşılık randevusuna geç kalan birini beklerken beyin saniyeleri saydığından zaman yavaşlar, sabırsızlık ve sinirlilik artar.
Sıkıcı bir videoya karşı heyecan verici bir videonun süresini tahmin etmemiz istendiğinde mutlak zamanı nasıl örneklediğimizi görelim. Büyüleyici bir film izlerken, zihin tamamen hikayeye dalmıştır çünkü eylemler dizisi o kadar hızlı gelişir ki, kişinin hayat, iş veya yapılacaklar listesi gibi başka hiçbir şeyi düşünecek zamanı kalmaz. Zihin, filmin olay örgüsünün alternatif gerçekliği tarafından ele geçirilir.
Buna karşılık, sıkıcı bir film izlerken insan saatine bakar ya da o sırada başka nerede olabilir diye düşünür ve tüm bu dikkat dağıtıcı şeyler mutlak zamanın akışını örneklememizi sağlar. Bu nedenle, iki tür buluşsal yöntem, yaklaşık 7 yaşlarındaki tuhaf değişikliği ve hayatımızın geri kalanında bizimle kalan sıkıcı toplantıların olduğundan daha uzun göründüğü şeklindeki ısrarlı önyargıyı açıklar.
Derleyen:Tuğba Akkesen