Şehirlerin hızlı büyümesiyle birlikte pek çok insan, kentten banliyöye göç etmeyi aklından geçiriyor. Science Advances dergisinde yayımlanan yeni bir çalışma, banliyölerde yaşayan insanların şehir merkezlerinde yaşayanlara kıyasla depresyona girme ihtimallerinin daha yüksek olduğunu gösterdi.
Bu zamana kadar yapılmış birçok çalışma, daha yoğun mahallelerin gezegen için nispeten daha iyi olduğunu, ancak daha yüksek depresyon riskleriyle birlikte geldiğini gösterdi. Stres, gürültü, hava kirliliği, yalnızlık ve yüksek katlı bir apartmanın zemin katında güneş ışığı eksikliği gibi sorunların şehir sakinlerinin karşılaştığı zorluklardan sadece birkaçı olduğu göz önüne alındığında, kırsal kesimde depresyonun daha az yaygın olması şaşırtıcı görünmüyor.
Batı Avrupa ülkeleri ve ABD’de kentsel alanlarda depresyon riskinin %39 oranında artmasının ardında aslında bu faktörlerin yatabileceği düşünülse de bazı kentsel alanların diğerlerinden daha iyi potansiyelde olduğu ortaya çıktı.
Önemli faktörler
Araştırmacılar, şehirlerin hem sürdürülebilir hem de ruh sağlığını destekleyici olacak şekilde daha iyi tasarlanabilmesi için yapılı çevrede hangi faktörlerin psikolojik rahatlık için en önemli olduğunu bulmaya çalıştı.
Bir hektarlık alan, aynı miktarda nüfusu yoğun alçak binalar veya seyrek yüksek binalarla barındırabilir. Yüksek binalar ya yoğun iş bölgelerinde ya da geniş bir yeşile bakan süslü dairelerin bulunduğu daha az yoğun şehir bölgelerinde olabilir. Banliyöler ise orta yoğunlukta alçak binalara sahip olma eğiliminde. Peki insanlar hangi yaklaşımı benimseyerek kendisine yer seçmeli?

Yale, Stockholm, Gävle, Aarhus ve Kopenhag üniversitelerinden araştırmacıların yer aldığı ekip, çalışma için çok fazla kaynak materyali inceledi. Makine öğrenimi araçlarını kullanarak 1987-2017 arasında Danimarka’daki tüm binaların uydu görüntülerini inceledi. Daha sonra bunları yükseklik ve yoğunluğa bağlı olarak farklı kategorilerde sınıflandırdı.
Ortaya çıkan harita, bireysel konut adresleri ve Danimarka’daki sağlık ve sosyo-ekonomik kayıtlarla birleştirildi. Bu sayede sosyo-ekonomik durum veya ebeveynlere akıl hastalığı teşhisi konması gibi depresyon riskini artıran bilinen faktörler de hesaba katılabildi.
Sonuçlar, yoğun şehir içi alanların depresyon üzerindeki etkisine dair net bir korelasyon göstermedi. Bunun nedeninin, yoğun şehir merkezlerinin nispeten daha fazla sosyal ağ ve etkileşim fırsatı sunması olabileceği, bunun da ruh sağlığına fayda sağlayabileceği düşünülüyor.
Kırsal alanların da ruh sağlığı sorunları riskini artırdığı görülmedi. Bunun yerine, sosyo-ekonomik faktörler hesaba katıldıktan sonra en yüksek risk, az katlı ve tek ailelik konutların bulunduğu banliyölerde görüldü. Çalışma sonucunda, merkezi konumlar, yeşil parklar ya da kıyı şeridi gibi açık alanlara kolay erişimi olan yakın banliyölerdeki çok katlı binalar şaşırtıcı derecede düşük risk gösterdi.
Bu, ruh sağlığı sorunları riskinin yüksek olduğu alan tipinin tipik olarak banliyödeki müstakil konut alanları gibi orta yoğunluklu ve düşük katlı gelişmeler içerdiği anlamına geliyor. Çalışmada geliştirilen çerçeve, dünyanın farklı bölgelerinde daha fazla araştırma yapılması için bir temel oluşturdu.
Derleyen: Hatice Bulut