- The Witcher serisinin görsel tasarımı, detaylara odaklanarak gerçeklik hissi yaratıyor.
- Ayrıntılar ve karakter gelişimleri, izleyicilerin seriyle derin bir bağ kurmasını sağlıyor.
The Witcher serisi, sadece etkileyici hikayesi ve karakterleriyle değil, aynı zamanda görsel tasarımıyla da dikkat çeken bir yapım. Ayrıca, ilk sezonunun ötesine geçerek sadece birden fazla sezonla değil, aynı zamanda prequel’lerle de genişliyor. Bu genişlemeyle birlikte, görsel tasarım ekibine daha fazla iş düşüyor.
Dizinin görsel tasarım ekibi, dünyanın bin yıldan fazla bir süreyi kapsayan geçmişini izleyicisine sunmak ve yaşatabilmek için moda, mimari ve silahlar gibi detaylara odaklanıyor. Bu detaylar, The Witcher evreninin gerçek ve yaşanmış bir yer gibi hissedilmesini sağlamak amacıyla özenle çalışılarak zenginleştiriliyor. Ön bölümler ile ana hikâyenin ötesine geçerek, The Witcher evreninin geçmişini ve köklerini keşfetme fırsatı izleyiciye sunuluyor. Görsel tasarım ekibi, bu bölümlerde geçmişin izlerini görsel olarak aktarmak için büyük bir çaba harcıyorlar. Bu çaba, zaman dilimlerindeki farklılıkları ve o dönemlere özgü moda ve mimari unsurlarıyla birlikte karakterlerinde gelişimlerini yansıtmayı amaçlıyor.
Bir zaman diliminde kullanılan malzemelerden, yapıların evrimine kadar her ayrıntı göz önünde bulunduruluyor. Örneğin, kılıç yapımında kullanılan malzemeler, zaman içindeki teknolojik ilerlemelerle birlikte değişebiliyor. Aynı şekilde, geçmişte görkemli bir yapı olan bir harabe, zamanla çöküşe ve yıkıma uğramış olabileceğinden buna göre bir görsel tasarım oluşturuluyor. Bu detaylar, izleyicilere The Witcher evrenindeki tarihsel değişimleri ve olayların etkilerini daha derin bir şekilde hissettirmeyi amaçlıyor.
Prodüksiyon ve konsept tasarımcısı Andrew Laws, ayrıntıların The Witcher evreninin gerçek ve yaşanmış bir yer gibi hissedilmesinde önemli olduğunu belirtiyor. Bu ayrıntılar, her ne kadar izleyiciler tarafından tam olarak fark edilmese de her şeyin düşünülmesi çok önemli. Ayrıca, ayrıntılar dizinin atmosferini zenginleştirirken, izleyicilerin The Witcher evrenine daha derinlemesine bir bağ kurmalarını sağlıyor.
Bu durum özellikle ana zaman çizgisinden 1.000 yıl önce geçen bir ön bölüm olan Blood Origin’de önem kazanıyor. Ekip, her bir zaman diliminde kullanılan malzemelerden binaların evrimine kadar, tarihsel değişimleri ve bunların moda, mimari ve diğer unsurlar üzerindeki etkisini görsel olarak aktarmayı amaçlıyor ve farklı zaman dilimlerindeki görsel ayrıntıları yakalayabilmek, anlamak ve yansıtmak için onlara büyük iş düşüyor.
Laws, bu ön bölümde elf dünyasının daha yaygın olduğu dönemi tanıtma fikrinin aslında 2. sezonda başladığını, ancak Blood Origin ile çok daha belirgin hale geldiğini açıklıyor. Bu fikir, özellikle mimaride belirgin bir şekilde kendini gösteriyor.
“Blood Origin’e geldiğimizde, daha derinlemesine keşfetmek istediğimiz bir dil olduğunu fark ettik. Aynı zamanda bu dilin The Witcher evreninde, özellikle de 3. Sezonun başındaki Shaerrawedd’de daha fazla yer alacağını biliyorduk. Mimari dil süreklilik arz ediyor. Tasarım açısından, sadece yıkılmış bir medeniyetin neye benzediğine değil, aynı zamanda başlangıçta neye benzediğine bakmak da ilginç. Bir harabeyi nasıl hayal ettiğiniz ile gerçekte nasıl olduğu arasında farklar olabilir ve modern bir bakış açısıyla neyin eksik olduğunu düşünmeniz gerekir.” diyor Laws.
Bir başka örnek de The Witcher evreninin en ikonik yerlerinden biri olan Aretuza. Aretuza, büyücülerin bir akademisi olarak The Witcher evreninin en ikonik mekanlarından biri. Elf yapılarına ait olan bu bina, insanların tarafından ele geçirilerek modifiye edilmiştir.
Laws, “İki farklı dilin birleştiği bir nokta var. Aretuza’nın tasarımında en çok hoşuma giden şeylerden biri, mimari dilin evrimidir. Binanın ana iskeleti elf yapısına aittir, ancak insanlar kendi dilini eklemelerle birlikte getirmiştir. Bu nedenle binanın ana avlusunda orijinal elf kemerleri ile daha Roma tarzında olan kemerler bir arada bulunur.
Yani iki dilin bir kesişimi var, mimari dilin bir evrimi söz konusu. Bu evrimle oynamak çok eğlenceli.” diye açıklıyor.
Silahlar ve zırhlar konusunda da benzer bir düşünce süreci izlendi. The Witcher serisinde zırh ustası olan Nick Jeffries, ekipmanın tarzının ve kullanılan malzemelerin geç Orta Çağ dönemine dayandığını söylüyor. Ancak, Blood Origin üzerinde çalışırken, işleri geriye doğru götürmek zorunda kalmışlar. Bu nedenle, bronz çağına dayanan silah tasarımları yapılmış. Elflerin çelik kullanabildiği için silahlar çelikten yapılmış. Jeffries, “Tasarım tarzı daha eski bir döneme ait olsa da henüz keşfedilmemiş malzemeler ve yöntemler kullanıldığını belirtmek önemlidir.” diyor.
Makyaj ve saç tasarımcısı Deb Watson da tarihi bu şekilde keşfetmenin yaratıcılık açısından özgürleştirici olduğunu ifade ediyor. Blood Origin üzerinde çalışırken, ana Witcher dünyasında olabileceklerden daha avangart bir tarz benimsediklerini belirtiyor. “Witcher dünyamızda öğrendiğimiz kuralları alıyorduk ama sonra onları kırıyor, zorluyor ve Blood Origin’i daha önceki bir zaman olarak düşünüyorduk. Bu yüzden Witcher’ın köklerinin Blood Origin’de görünmesini istedik. Sanki bir hafıza boşluğu varmış ama bazı şeyler süzülmüş gibi.”
The Witcher serisi boyunca karakterlerin dramatik bir şekilde değiştiği ve moda evriminin izlenebileceği daha küçük zaman dilimleri de var. Örneğin, ozan Jaskier (Joey Batey) ikinci sezondan itibaren yeni rockstar saçları ve kırmızı trençkotuyla daha karanlık bir görünüme bürünüyor.
Benzer şekilde, büyücü ve arkeolog Istredd (Royce Pierreson) üçüncü sezonda uzun dalgalı saçlara ve dalgalarla süslü bir paltoya sahip. Watson’a göre bu seçimler aktörlerin kendilerinden kaynaklanıyor. Bu küçük bir değişim gibi görünebilir ama tıpkı mimariye ve kılıçlara işlenmiş tarih gibi, bu da hikâyeyi doğal ve görsel bir şekilde anlatmaya yardımcı olmayı amaçlıyor.
Kostüm tasarımcısı Lucinda Wright, “Royce’da her zaman 1. sezon görünümünden ayrılmak istediğim bir şey vardı. Çok kısıtlanmıştı. Şimdi büyüdü: bu yüzden dökümlü paltosu ve deri pantolonu var. Çünkü olgunlaştı.” diye ekliyor.
Sonuç olarak, The Witcher serisi, moda, mimari ve silahlar gibi detaylara odaklanarak kendi tarihini keşfeden bir yapım olarak öne çıkıyor. Görsel tasarım ekibi, evrenin gerçeklik hissini güçlendirmek için özenle çalışıyor ve izleyicilere zengin bir deneyim sunuyor. Bu dikkatli çaba, izleyicilerin bu büyülü dünyaya derinlemesine dalış yapmalarını ve hikâyenin içine katılmalarını sağlıyor.
Bu sırlarının keşfi üzerine, The Witcher’a kaldığı yerden devam edecek veya yeni başlayacak tüm okuyucularımıza iyi seyirler diliyoruz!
Derleyen: Dilara Melisa Yaman