Melanie Klein’ın çocuk psikanalizi ve iç dünya gelişimi üzerine çığır açan teorileri, Sigmund Freud’un düşüncelerine dayanmasına rağmen, Britanya Psikanaliz Derneği’nde otuz yılı aşkın süre boyunca hem tartışmalı hem de etkili bir figür olmasını sağladı.
Detaylar haberimizde…
Melanie Klein, otuz yılı aşkın bir süre boyunca Britanya Psikanaliz Derneği’nin hem tartışmalı hem de son derece etkili bir üyesi olarak anıldı. Çocukların iç dünyasının gelişimi üzerine ortaya koyduğu teoriler, psikanalizin dönüşümüne yol açmış ve derin, geniş kapsamlı bir etki bırakmıştır. Sigmund Freud’un düşüncelerine derinden bağlı olmasına rağmen, Melanie Klein, tüm insanların doğumdan itibaren başkalarıyla ilişki kurduğunu ve dolayısıyla psikanalitik tedavide aktarımın her zaman canlı ve aktif olduğunu savunmuştur.
Hayatının Başlangıcı ve Psikanalize Yönelişi
Yahudi bir ailenin dördüncü ve son çocuğu olarak Viyana’da dünyaya gelen Melanie Klein, dört yaşındayken ablasını, yirmi yaşındayken ise ağabeyini kaybetti. Yirmi bir yaşında doktor olma tutkusundan vazgeçtikten sonra, ağabeyinin arkadaşı Arthur Klein ile evlendi. Bu evlilikten üç çocukları oldu, ancak mutsuz bir evlilik geçirdi ve Klein ağır bir depresyona girdi. Klein ailesi, iş nedeniyle Orta Avrupa’yı dolaştı ve Klein’ın psikanalize olan ömür boyu sürecek tutkulu ilgisi, Budapeşte’de Sándor Ferenczi ile geçirdiği psikanalitik tedavi dönemiyle başladı.

1921’de Berlin’e taşınan Melanie Klein, otuz sekiz yaşındayken yeni kurulan Berlin Psikanaliz Derneği’ne katıldı. Karl Abraham’ın teşviki ve ilgisiyle küçük çocukları analiz etmeye başladı. ‘Fritz’, 6 yaşındaki ‘Erna’, 13 yaşındaki ‘Felix’, 3 yaşındaki ‘Peter’, 2 yaşındaki ‘Rita’, 9 yaşındaki ‘Greta’, 3.5 yaşındaki ‘Trude’ ve 4 yaşındaki ‘Ruth’ adlı çocuk hastaları üzerine vaka notları tuttu. Bu notlar, daha sonraki zengin klinik ve teorik düşüncesinin temelini ve yıllar sonraki ilk önemli yayını olan “Çocukların Psikanalizi” (1932) adlı eserinin temelini oluşturdu.
Çocuk Psikanalizinde Öncü Bir Yaklaşım
Çocuklarla yaptığı çalışmalarda Klein, onların oyunlarının ve kullandıkları oyuncakların kendileri için önemli sembolik anlamlar taşıdığını ve bunun yetişkinlerde rüyaların analiz edildiği gibi analiz edilebileceğini fark etti. 1920’lerin başında Viyana’da Anna Freud ve Hermine Hug-Helmuth, Moskova’da Sabina Spielrein ve Vera Schmidt ile Cambridge’deki Maltings House Okulu’nda Susan Isaacs tarafından kullanılan, psikanalitik olarak bilgilendirilmiş çocuk eğitimi ve sosyalleşme yaklaşımının aksine, Klein Berlin’de genç hastalarına yetişkin psikanalizine çok daha yakın bir şey sundu. Tıpkı yetişkin analizinde olduğu gibi onları belirli zamanlarda gördü ve oyunlarında ifade edilen korkularına, kaygılarına ve bunlara karşı kullandıkları savunmalara daha fazla odaklandı. Çocuklarla yaptığı bu radikal derecede farklı, öncü çalışma Berlin’de pek iyi karşılanmadı ve şüphe ve hor görülmeyle muamele gördü. Ancak Alix ve James Strachey, onun çalışmalarına hayran kaldılar ve 1925’te onu Londra’yı ziyaret etmeye davet ettiler; burada verdiği konferanslar sıcak bir şekilde karşılandı.
Kayıp ve Yas: Depresif Konum
Klein, Alix Strachey gibi, Berlin’de Karl Abraham ile psikanalitik tedavi görmüştü, ancak bu tedavi, Abraham’ın hastalığı ve 1925’in sonunda ölümü nedeniyle ne yazık ki sadece dokuz ay sonra sona erdi. Bu kaybın ardından Klein, hayatının geri kalanını psikanalist olarak çalışarak ve son derece özgün çalışmalarını geliştirerek geçireceği Londra’ya taşınmaya karar verdi. Sadece birkaç yıl içinde psikanaliz dünyasında ve Britanya Derneği’nde merkezi bir figür haline geldi. Ancak, Londra’daki erken dönem teorik makaleleri, “Oidipus Kompleksinin Erken Evreleri” (1928) ve “Sembol Oluşumunun Önemi” (1930) dahil olmak üzere, Orta Avrupa psikanaliz dünyasında tartışmalara neden olmaya devam etti. Eleştiri veya muhalefetten yılmayan Klein’ın, yetişkin ve çocuk hastalarının iç dünyasına yönelik merakı azalmadı. Teorik fikirlerini klinik deneyimine bu kadar sıkı bir şekilde bağlayarak, Klein’ın çalışmaları, kaygıları, özellikle de agresif dürtülerle bağlantılı korkuyu anlama ve yorumlama psikanalitik tekniğinin hastayı özgürleştirebileceğini ve iç dünyalarını daha fazla keşfetmelerini sağlayabileceğini gösterdi.

Klein’ın oğlu Erich ve kızı Melitta Londra’da ona katılmış olsalar da, Klein için bir dizi kişisel trajedinin bir yenisi, en büyük oğlu Hans’ın 1934’te Alpler’de yirmi yedi yaşında ölümü oldu. Oğlunun yasını tutarken, çalışmaya devam etti ve “depresif konum” adını verdiği konu üzerine iki önemli makale yayımladı: “Manik-Depresif Durumların Psikogenezine Bir Katkı” (1935) ve “Yas ve Manik-Depresif Durumlarla İlişkisi” (1940). Bu makalelerde Klein, çocuğun dünyayı kontrol etmediğini, aksine sevgi dolu figürlere ihtiyaç duyduğunu ve onlara bağımlı olduğunu nasıl fark ettiğini gösterdi. Ancak depresif konumda çocuk, çok ihtiyaç duyduğu bu figürlerin bazı yönlerine saldırdığını ve onları yok ettiğini hisseder, bu da acı verici bir ıstıraba neden olur ve uygun koşullarda bu sevgi dolu nesneleri restore etme ve koruma arzusu gelişir. Depresif konumdaki gelişimin ayırt edici özelliği, endişelenme kapasitesi ve yapılan zarar için “telafi” etme arzusudur. İkinci Dünya Savaşı’nın yol açtığı büyük değişim, Klein’ın dünyasına daha fazla değişiklik getirdi. Kısa bir süre için İskoçya’daki Pitlochry’ye taşındı ve burada on yaşındaki ‘Richard’ı tedavi etti. Onun analizinin hesabı, “Bir Çocuk Analizinin Anlatısı” (1961) olarak kaleme alındı ve bu, tarihin çalkantılı bir anında ‘Richard’ın korkularını ve kaygılarını anlamasının canlı bir tasviri olmaya devam ediyor.

Tartışma ve Gelişim: Paranoid-Şizoid Konum
Klein, kısa süre sonra, Nazi Avrupa’sından İngiltere’ye kaçan ve kendisi gibi Britanya Psikanaliz Derneği tarafından karşılanan Anna Freud ve diğer Viyanalı analistlerle kendi çalkantılı tartışmasına karıştı. Bu durum, Klein’ın kızı Melitta ile olan zorlu ilişkisi ve yabancılaşması zemininde gerçekleşti; Melitta da o zamanlar Britanya Psikanaliz Derneği’nde bir analistti. Klein ve o dönemdeki en yakın meslektaşları – Joan Rivière, Susan Isaacs ve Paula Heimann – fikirlerinin ‘psikanalitik’ olduğunu gösteren makaleler yazdılar. Bu makalelerin en ünlüsü Susan Isaacs’ın “Fantazinin Doğası ve İşlevi” (1943) adlı eseridir. Bu makale, Freud’un terimin orijinal kullanımını, tüm zihinsel aktiviteyi ve altta yatan rüyaları, semptomları, oyunu, düşünceyi ve savunma kalıplarını kapsayacak şekilde genişletir ve derinleştirir. Klein’ın görüşüne göre, fantaziler dünyadaki deneyimle karşılıklı olarak etkileşime girerek her bireyin gelişen duygusal ve entelektüel özelliklerini oluşturur.
1946’da Klein, “Bazı Şizoid Mekanizmalar Üzerine Notlar”ı yayımladı. Yetmiş yıl sonra bile bu eser, son derece önemli bir çalışma olmaya devam ediyor ve psikanalitik yayın web sitesi PEP-WEB’de şu anda en çok alıntı yapılan makaledir. Bu makalede Klein, ezici kaygıya tepki olarak “bölünme”nin ilkel savunmasını tanımlar ve depresif konumun ortaya çıkabileceği evrensel bir zihinsel durum olan “paranoid-şizoid konum”u deline eder. Bu çığır açan makale, gelecekteki psikanalist nesilleri için çok kullanılan ve takdir edilen bir kavram haline gelecek olan yansıtmalı özdeşleşme (projective identification) kavramından ilk kez bahseder. Klein’ın ilkel zihinsel durumları anlaması, o zamana kadar analize uygun görülmeyen psikotik hastaların ve diğerlerinin tedavisini mümkün kıldı.
1940’lar ve 50’lerde, Klein’ın çalışmalarından ilham alan bir grup zeki genç analist onun etrafında büyüdü. Hepsi psikanalize kendi çok önemli katkılarını yaptılar; özellikle Wilfred Bion (1897-1979), Herbert Rosenfeld (1910-1986) ve Hanna Segal (1918-2011) dikkat çekicidir. 1952’de, Melanie Klein’ın 70. doğum gününü kutlayan International Journal of Psychoanalysis’in özel bir sayısına dayanan “Psikanalizde Yeni Yönler” adlı bir makale koleksiyonu yayımlandı. Bu yayının gelirleri, kendi fikirlerine dayalı araştırma ve eğitimi teşvik etmek amacıyla bir Vakıf kurmasını sağladı.
Melanie Klein’ın Mirası
Melanie Klein’ın son makalesi olan “Yalnızlık Duygusu Üzerine”, ölümünden üç yıl sonra yayımlandı ve çalışmasının dokunaklı, olgun bir entegrasyonu ve insanlık durumuna dair önemli bir çalışma olmaya devam ediyor. Mirası, tıpkı hayatı gibi, tartışmalı kalmaya devam ediyor. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun zirvesinde doğmuş, resmi eğitimi olmayan ve çok kişisel trajedi yaşamış bir kadın olmasına rağmen, Klein psikanalizin sınırlarını zorladı. Psikanalitik karşılaşmaya dair kendi gözlemlerini yapmaya, iç dünyanın oluşumu hakkında özgün fikirlere sahip olmaya cesaret etti ve en radikal olanı, bebeğin tutkularını ve deneyimlerini insan gelişimini anlamamızın merkezine yerleştirdi.
Derleyen: Enis Yabar