Organ nakillerinin, bağışçıdan alıcıya kişilik özellikleri veya tercihler aktarabileceği fikri ilgi çekici olmakla birlikte tartışmalı. 2024 yılına ait bir çalışma, organların anıları ve duyguları taşıyabileceğini öne sürerek etik ve felsefi endişeler doğuruyor ancak bu fikirler, yeni değil.
1991’de J. Andrew Armour, kalbin anılar barındırdığını ileri sürdü ve organ nakli, 1950’lerdeki başlangıcından bu yana tartışmalı bir konu oldu. Çalışma, anekdot niteliğindeki raporlara dayanmakla birlikte, organ bağışının tarihsel veya kültürel karmaşıklıklarına değinmiyor ve bu durum, anlayış geliştirmek yerine mitlerin devam etmesine neden oluyor.
Kalp, uzun zamandır kültürler arasında duyguların ve anıların merkezi olarak görülüyor. Tarihsel olarak 17. yüzyılda beynin hafıza ve duygu üzerindeki rolü baskın hale gelene kadar tıbbi ve duygusal düşüncenin merkeziydi. Bu değişim, René Descartes tarafından popülerleştirildi.
İnsan kalbi, her zaman tamamen mekanik terimlerle anlaşılmadı.
Modern kardiyoloji, kalbi karmaşık bir kimyasal sistemin parçası olarak görse de kalp sembolik anlamını koruyor. Duygusal bağlar, yüz nakillerinde de görülüyor ve bu durum, dalağa kıyasla belirli vücut organlarının duygusal yankısını vurguluyor.
Beyin dışındaki hücrelerin bilgi depoladığına dair tartışmalı bir fikir olan hücresel hafıza, sınırlı bilimsel desteğe sahip olsa da travma araştırmalarında yer buluyor. Örneğin, Claire Sylvia’nın kalp naklinden sonra tavuk nugget isteği gibi anekdotlar spekülasyonları besliyor sncak bilimsel açıklamalar, örneğin bağırsak beyin ekseni, bu tür fenomenler hakkında alternatif perspektifler sunuyor.
Çalışma, nakil alıcılarının deneyimlerini etkileyen psikolojik, kültürel ve çevresel faktörlere yeterince değinmiyor. Örneğin büyük bir cerrahi müdahale PTSD, hayatta kalma suçluluğu veya minnettarlık gibi duygusal tepkileri tetikleyebiliyor. Bu faktörler, bağışıklık baskılayıcı ilaçların yan etkileriyle birleşerek algılanan kişilik değişikliklerini açıklayabiliyor.
Eleştirmenler, hafıza aktarımını sansasyonelleştirmek yerine araştırmanın psikolojik ve fiziksel sağlık hizmetlerinin entegrasyonunu geliştirmek, etik standartları yükseltmek ve organ bağışı tartışmalarını derinleştirmek gibi daha acil konulara odaklanması gerektiğini savunuyor. Özellikle özelleştirilmiş sağlık hizmetleri ve yanlış bilgilendirme sorunları gündemdeyken kanıta dayalı ve etik tartışmaları teşvik etmek, nakil hastalarının bakımı ve kamuoyu anlayışını geliştirmek için hayati önem taşıyor.
Derleyen: Eliz Canyurt